demiryolu hikayecileri

  1. oğuz atay'ın korkuyu beklerken kitabındaki son hikayesi. özellikle son cümlesi okunmalı ve üzerinde analizler yapılmalı, ardından oğuz atay için ağlanmalıdır.

    ben buradayım sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?
    (ne evet ne hayir 01.07.2007 20:40)
  2. bir oğuz atay yapıtıdır. korkuyu beklerken isimli kitabında bulunur. okunması tavsiye olunur.


    ulkenin buyuk sehirlere uzak bir dagbasi kasabasinda, bir demiryolu istasyonunda calisan uc hikayeciydik. istasyon binasina bitisik yanyana uc kulubemiz vardi. ben, genc yahudi, bir de genc kadin. seyyar hikaye saticiligi yapiyorduk. isimiz pek parlak sayilmazdi; cunku istasyonumuza tren cok seyrek ugruyordu.

    ayrica, yalniz posta trenlerinin geldigi gunler iyi is yaptigimiz soylenemezdi. ogleden sonra gelen posta trenlerinde daha cok elma, ayran ve sucuk-ekmek satilirdi. bu saatlerde genellikle biz hikayeciler uyurduk. boylece gece icin de dinlenmis olurduk: cunku bizim butun umidimiz, gece yarisindan sonra gecen tek eksprese bagliydi. oteki seyyar saticilar bu saatlerde uyanip gelemezlerdi cogu zaman. bizim de (hikayeciler) uyuyarak gece ekspresini kacirdigimiz olurdu. oysa istasyon sefiyle de aramiz iyiydi; fakat nedense genellikle bizi uyandirmayi ihmal ediyordu istasyonun bu tek memuru. ona da hak veriyorduk bir bakima: makascilik yapiyordu, telgraflara bakiyordu, butun isaretleri duzenliyordu; trenlere bilet satmak, kapilari acmak, kapamak..

    butun isler tek bir adamin uzerindeydi. ona yaranmak icin sik sik bedava hikayeler veriyorduk; gene de bizi uyandirmayi unutuyordu bazen. cogu zaman, kendiligimizden uyanmak zorundaydik. butun gun de hikaye yazdigimiz dusunulurse, bunun pek kolay bir is olmadigi ortadaydi. evet, ogleden sonralari uyuyorduk; ama genellikle aksam uzeri ilham geliyordu ve gecenin gec saatlerine kadar yakamizi birakmiyordu. bu `yakamizi birakmiyordu' sozuyle alay ediyordu istasyonun sefi; biz de boyle anlarda, onun tek basina calistigini, her ise tek basina yetisemeyecegini unutarak siddetle elestiriyorduk onu: istasyon sefligi odasina bitisik kulubelerimize kadar zahmet edemez miydi ekspresin geldigi siralar? ayni isyerinde calisan memurlar sayilirdik bir bakima. ustelik bazi geceler, yemegi bile unutarak elle yazdigimiz hikayeleri, istasyon sefinin odasindaki tek daktiloda temize cekiyorduk. hikayecilige ilk ben basladigim icin daktilo yazarken ilk sirayi bana veriyorlardi arkadaslarim. fakat ben sirami genellikle genc yahudiye veriyordum. bu zayif ve hastalikli genc yahudiyi cok seviyordum.

    evet, bir bakima demiryolu idaresinin memurlari sayilirdik: kulubelerimiz de istasyon binasi icin ayrilan la,,alana kurulmustu, ustelik hepsi bir ornekti ve istasyon binasi ile ayni mimari ozellikleri tasiyordu. istasyon sefi gulerek, "memur hikayeciler" diyordu bize. sonra o bitip tukenmez tartisma basliyordu: hayir biz memur konumu icinde dusunulemezdik: bir kere parca basina ucret aliyorduk. ayrica bu ucret, ekspres yolculari tarafindan odendigi icin resmi bir odeme sayilmazdi. siz esnaf hikayecilersiniz diyordu istasyon sefi bize. aslinda ben memeur ya da esnaf olarak nitelendirilmek istemiyordum; biz sanatciydik. ayricali bir durumda olmaliydik. ne var ki ayran, elma ve sucuk-ekmek saticilarinin uyanik oldugu gecelerde birbirimizi iterek yolculara mallarimizi begendirmeye calisirken `ayrical bir durumda' oldugumuz soylenemezdi.

    biz de oteki saticilar kadar bagiriyorduk malimizi satmak icin. tabii genc yahudinin pek sesi cikmiyordu; genc kadin da yiyecek saticilariyla perona inen yolcular arasinda sikisip kaliyordu. zaten satacak cok malimiz da yoktu. istasyon sefinin kohne daktilosunda her hikayeden ancak bir iki kopya cikarabiliyorduk. son kopyalar da oldukca silikti, bunlara pek alici bulamiyorduk. hikayeler bir iki kere satilmadi mi eskiyor, onlara musteri bulmak guclesiyordu. cunku guncel konulari isleyen hikayeler yaziyorduk ve bir iki gunluk modasi geomis hikayeleri uzattigimiz zaman yolcular yuzlerini burusturarak, "bunlari biliyoruz, yeni seyler yok mu?" diyerek bayat hikayelerimizi suratimiza firlatiyorlardi. o zaman da elma ve ayran saticilarina kaptiriyorduk siramizi.

    baska gucluklerimiz de vardi: tren her zaman bizim kulubelerin onunde durmuyordu. birinci perona cogu zaman yuk vagonlarini yaklastiriyordu isatsyon sefi. bu yuzden ekspres, ikinci hatta, ucuncu perona (bunlara `peron' denirse) yanasmak zorunda kaliyordu. yiyecek saticilari bu durumu daha onceden ogrendikleri icin, treni oralarda bekliyorlardi. biz hep son dakikada uyandigimiz icin, uyku sersemi cogu kere onceyuk vagonlarina carpiyorduk telasla.

    sonra vagonlarin cevresini dolasmak, raylarin arasindan gece karanliginda dikkatlice gecmek gerekiyordu. trenin durdugu yer de iyi aydinlatilmiyordu. ozellikle bu, bizim icin cok onemliydi: kucuk hasir sepetler icinde tomarlar halinde duran hikayelerimiz, hemen satilmiyordu. her yolcu tomarlari (genellikle hirpalayarak) aciyor, hic olmazsa sayfalara bir goz atiyordu. karanlik isimizi zorlastiriyordu. satirlari iyi gormedikleri icin bastan savma bir goz gezdirdikten sonra geri veriyorlardi.

    satislar iyi gitmiyordu. savas yillariydi. ekmek bile pahaliydi. ayrica, sik sik karartma yapiliyor, istasyonun olgun isiklari eserlerimizi busbutun aydinlatmaz oluyordu. boyle gecelerde calismak da anlamsizlasiyordu. kara perdelerini siki sikiya orttugumuz pencerelerimizin gerisinde, mavi kagitlara sardigimiz lambalarin donuk isiginda, satilip satilmayacagi belirsiz kisa hikayelerimizi yazmaya calisiyorduk. allahtan, aldiklari mali dogru durust incelemden, ustelik iki misli para vererek kapisan yatakli vagon yolculari vardi.

    bunlar yemeklerini yemekli vagonda yedikleri icin bizim pis ayrancilara, elmacilara ve sucuk-ekmekcilere (ozellikle onlara) aldirmazlardi. ulkede taze olarak hikaye satilan tek istasyon oldugu icin bizim unumuzu de duymuslardi. onlara her zaman ilk kopyayi ayirirdik, titiz musterilerdi. ne var ki onlarin da rahat yataklarindan kalkmalari kolay degildi. gene de bir kolayini bulmustuk: yatakli vagon memurlarina bsrkac kurus vererek yolculari bizim istasyonda uyandirmalarini sagliyorduk. (ayrica her gelislerinde bedava birer hikaye aliyorlardi bizden. okuduklarini pek sanmiyorum. herhalde elden dusme satiyorlardi). yatakli vagon yolculari da olmasa halimiz harapti. bunlardan bazilariylailiskiler de kurmustuk. acikli durumumuzu bildikleri icin, onlari gecirmege gelen dostlarinin getirdikleri pasta, kurabiye gibi yiyecekleri bize de verdikleri olurdu.

    genellikle geceleri calistigimiz icin cok acikiyorduk. hikayeleri geceleri yaziyor, geceleri temize cekiyor, geceleri satmaya calisiyorduk. ekspres uzaklastiktan sonra yorgun argin istasyon binasina doner; bekleme odasinda, yatakli vagon yolcularinin verdikleri kurabiyeleri yerdik. bazen oteki saticilar da gelirdi bizimle birlikte. ayranci, satamadigi ayranindan ikram ederdi bize; nasil olsa ertesi sabaha kadar eksiyecekti ayrani. bize biraz aciyorlardi galiba. elmaci da -her zaman degil- bir elma soyardi bizim icin. biz onlara satamadigimiz hikayelerimizi veremezdik: hicbiri okuma yazma bilmiyordu. sadece sucuk-ekmekci bazen hikayelerimizden -hangimizinki olursa olsun- isterdi, son kopyalardan olmak sartiyla: ince kagittan oldugu icin sigara sariyordu hikayelerimize.

    bazen, neseli oldugum zamanlar, yani satslar iyi gitmisse, yiyecek saticilarina hikayelerimi okurdun. (genc kadin buna karsiydi). sucuk-ekmekciyle elmaci daha ilk satirlarda uyuklamaya baslardi, fakat sonuna kadar kalirlardi bekleme odasinda. (hikayenin sonuna dogru da uyanirlardi.) ayranci butun dikkatiyle dinlerdi beni; bu ilgi hosuma giderdi. elimden geldigi kadar hikaye kahramanlarinin konusmalarini canlandirmaya calisirdim okurken. sonunda sucuk-ekmekci basini sallar, kotu gunler yasiyoruz diyerek icini cekerdi. olur boyle seyler derdi elmaci da: insan neler goruyor yasadikca. saticilarin acikli oykulerini anlatan hikayeler de yazmistim. bunlari dinlerken ayranci bile uyuklardi.

    istasyon sefinin de yazdiklarimiza aldirdigi yoktu: fakat nedense, her hikayemizden muhakkak bir kopya alir ve bunlari ozenle dosyalayarak ayri bir dolapta saklardi: yonetmelikler boyle gerekiyormus. demiryollari idaresinin topraklari icinde yazlildiklari icin 248. maddenin kapsamina giriyormus bizim durumumuz. kanun maddelerinden soz edilince ben elimde olmayarak kizardim: bizim durumumuzu duzeltecek, bize de istasyon topraklari icinde serefli bir yer verecek yasalar yok muydu? bizi sucuk-ekmek yasalariyla bir tutan anlayisa her zaman karsiydim. gene uzun bir tartisma baslardi. istasyon sefi dolaplardan kara kapli kitaplar indirir, yiyecek saticilari hakkinda sagligi koruma yasalarinin uygulandigini ileri surerdi.

    bence durum gittikce kotulesiyordu. genc yahudi gittikce zayifliyordu. bence gizli bir hastaligi vardi. onu tedavi ettirecek paramiz yoktu. demiryollari hastanesi de bizi kabul etmiyordu. ben kiziyordum istasyon sefine: bizi 248. maddenin kapsamina sokarak elimizdn hikayeleri neredeyse zorla almasini biliyordu. daha kestirme bir ulasimi saglamak icin bizim istasyona ugramayan bir demiryolu yapilacagi soylentileri de dolasiyordu. artik sadece posta trenleri ugrayacakti buraya.

    uzuntuler icindeydim, ustelik asik olmustum. elbette, ucuncu kulubede oturan genc kadina asik olmustum. bir gece, bizi tanimayan bir yatakli vagon memuru onu iterek vagon kapisindan disari atmisti. seyyar saticilarin yatakli vagona girmesi yasakti. genc kadin tozlu yerlere dusmus, sepeti, hikayeleri ortaliga sacilmisti. onu teselli ettim, saclarini oksayarak aglama, dedim. peronda ikimizden baska kimse yoktu. oteki saticilar cabuk satmislardi mallarini, hemen ayrilmislardi istasyondan; son zamanlarda onlarla aramiz iyi degildi: yatakli vagonlara kapali siselerde, sagligi koruma yasalarina uygun olarak hazirlanmi gazoz, saydam kagitlara sarilmis sucuk-ekmek filan satmak istiyorlardi.

    yatakli vagon memurunu da ayarlamislardi. yarabbi, her gun neden yeni sikintilar cikiyordu? bu doymak bilmeyen yatakli vagon yolculari da, yemekli vagonlarda o kadar yemek yedikten sonra -kim bilir neler yiyorlardi- geceyarisindan sonra gene acikiyorlardi. allahtan gecici bir tuzuk maddesi bulmustuk ve henuz yatkli vagona yaklasmaya cesaret edemiyorlardi bu yuzden. bu munasebetsiz yasa da bir ay sonra yururlukten kalkiyordu. ikimiz -genc kadinla ben- gece sogugunda titreyerek birbirimize sarilmistik. bizi bu kasabaya hangi ruzgar atmisti? ne kotu sartlar altinda calisiyorduk. yiyecek saticilariyla, tren memurlariyla, aclikla ve sefaletle ugrasmaktan sanatimizi dogru durust yapamiyorduk.

    her seyden once dogru durust kitabimiz bile yoktu. kitap almak icin buyuk sehire gidecek tren paramiz bile yoktu. bu sartlar altinda bizden ne beklenebilirdi? dusundukce durumumuzun umitsizligini ve garipligini daha iyi anliyordum: aslinda istasyon binasinin yaninda bize ktu gibi odalar vermekle demiryollari idaresi hic de bizim yararimiza calismamisti. gunduzleri gurultuyle duduk calarak gecen trenler yuzunden surekli uyuyamiyorduk.

    yazdiklarimizin da degeri bilinmiyordu: gecen gecelerden birinde genc ve duzgun yuzlu bir yatakli vagon yolcusu, kendisine daha once sattigimiz hikayelerin bir kismini taninmis bir elestirmene gosterdigini ve bu unlu yazarin da hikayeleri cok basmakalip ve modasi gecmis buldugunu soylemisti. yagmur ciseliyordu, sepetteki hikayelerin dis sayfalari islaniyordu. sonbahardi. ince ve her tarafi sokulmus kazagimin icinde titriyordum. bu sartlarda daha iyi ne yazabilirdim? birden genc yatakli vagon yolcusuna sinirlenerek buz gibi bir sesle, isterseniz geri verin hikayeleri, paranizi da alin demistim. aslinda yalan soyluyordum: cebimde meteligim yoktu.

    bunlari dusunerek dalip gitmistim. cevremin farkinda degildim. tren uzaklasmisti. birden kollarimin arasinda genc kadini gordum. bana sokulmus, basini gogsume dayamisti. onu optum. hikaye sepetlerimizi koluma taktim, uzaktan isiklari gorunen istasyonumuza dogru yurudum. o gece genc kadinla uzmitsizligin ve yalnizligin verdigi karisik duygular icinde sevistik.

    simdi bu satirlari yazarken, oteki saticilarin, asik suratli istasyon sefinin ve raylarin arasinda sikisip kalmis kulubemde yazmis oldugum bir gunluk hikayelerimin ucuz duyarliligina kapilmis olmaktan korkuyorum. evet genc kadini seviyordum, sik sik onun kulubesine giderken yahudinin evinin onunden gecmek zorunda kaliyordum ve bu durumdan sikiliyordum. genc yahudinin de hastaligi ilerlemisti. artik her gece, eskisi gibi hikaye satmaya cikamiyordu; hikayelerinin sayisi da gittikce azaliyordu. son gunlerde onun hikayelerini de ben yazmaya baslamistim. o kadar halsizdi ki bu yardima bile itiraz edemiyordu.

    kendini iyi hissettigi zamanlar masanin basina geciyor cok kisa hikayeler yaziyordu. istasyon sefi bunlari az buluyor ve simdi hatirlayamadigim bir yonetmelik maddesine gore, kulubelerimizin kirasini cikarmamiz icin daha cok yazmamiz gerektigini ileri suruyordu. yazdigimiz konulara, hatta yazis bicimimize bile karisir olmustu.

    ben o siralarda ask hikayeleri yazmaya baslamistim. istasyon sefi, dedikodulara yol acacagini ileri surerek bunlara da engel olmak istedi. onun butun hareketlerine boyun egiyorduk. buradan atilirsak, boyle icinde yazma kulubeleri olan baska bir tren istasyonu nereden bulacaktik? sevgilim, istasyon sefinin yemeklerini pisirip sokuklerini dikiyordu, mesele cikmasin diye. istasyon sefi bizi kucumsuyordu, yanilmiyorsam aslinda her zaman kucumsemisti.

    simdi de demiryollarinin sayesinde ekmek yedigimizi ileri surerek sadece bu konuda hikaye yazmamizi istiyordu. kendisini ornek veriyordu: hic istasyon sefi demiryollarinin disinda is yapiyor muydu? ona bos yere her gun demiryollari ile ilgili konular bulmanin zorlugunu anlatmaya calistim. aslinda bizim bu ise yanacmayacagimizi biliyordu. guc sartlar altinda surdurmege calistigimiz yasayisimizda yeni bir endise kaynagi yaratmak icin ust makamlara aleyhimizde raporlar yazacagini soyleyerek bizi tehdit ediyordu. oteki saticilarla da bozusmustuk. ulkenin bu issiz kosesinde birkac kisiden ibaret kucuk toplulugumuzda huzur icinde yasamayi beceremiyorduk.

    icimin yoruldugunu hissediyordum. her gece yarisi yarim kalan uykular, tren dudukleri, anlayissiz ve cahil ya da rahat ve kendini begenmis bir musteri kalabaligina yeni hikayeler bulma zorunlulugu, hastaligi gittikce agirlasan genc yahudi ve gittikce huysuzlasan istasyon sefimiz.. hangi tarafa yetisecegimi bilemiyordum. sevgilim de yorgun ve bezgindi; onun da hikayelerine yardim etmek zorundaydim.

    dusuncemin bulandigini seziyordum. istasyon disindaki dunya ile iliskilerim gittikce zayifliyordu. gunlerin nasil gectigini izleyemiyordum artik. hikayelerim icin guncel olaylar bulmakta, insanlari ve maceralari birbirine baglamakta eski becerim kalmamisti. onemli olaylari bile ogrenemiyordum cogu zaman. evet bazi olaylari biliyordum: savas bitmisti. cephelerden akin akin donen askerler geciyordu trenler dolusu. onlardan kirik dokuk bilgiler toplayarak savas hikayeleri yazdim bir sure. bu arada bir cok seyi hatirlayamiyordum: savas bizim ulkemizde mi gecmisti? yoksa uzak collerde mi savasilmisti? topraklarimiz genislemis miydi, daralmis miydi? genc yahudi bitkin gulumsemesiyle karsilik veriyordu bana: bizim istasyon hep ayni yerde kaldigina gore, bunlarin onemi var miydi? top sesleri duymadigimiza gore, savas hicbir zaman bizim istasyona yaklasmamisti.

    sonra, hikayelerime asik suratla goz gezdiren yatakli vagon yolcularinin yuzlerinden savas biteli cok oldugunu anladim. bir yolcu da sehir isimlerinde onemli yanlisliklar yapmaya basladigimi soyledi bir gun. yoneticilerimizin adlarini da birbirine karistiriyor ya da unutuyordum. oyle ya yillardir insan adlarini hic yuksek sesle soylememistim. istasyon toplulugumuzda yillardir birbirimize seslenmiyorduk. boyle bir geregi hic duymamistik. istasyonun adi bile, sadece yan duvara, badananin ustune yazildigi icin silinip gitmisti, unutulmustu.

    gereginde kelimeleri aramak icin bir sozlugumuz bile yoktu. her gun yazmak zorunda oldugum hikayelerin disinda kalan kelimeleri hatirladigimdan da kuskuluydum. yiyecek saticilariyla konusmuyorduk. istasyon sefi de aksiligini artik yalnizca hareketleriyle ifade eder olmustu. genc yahudi artik konusamayacak kadar hastaydi. istediklerini basiyla isaret ederek belirtiyordu. genc kadinla sessizce sevisiyorduk. bu duruma kisa surede alistim.

    aslinda gecen surelerin kisaligi hakkinda kesin bir yargiya varamiyordum. alismaktan baska carem yoktu bu duruma. artik cok genc degildim. hikaye yazmaktan baska bir is de bilmiyordum. artik buyuk sehire gidemez, kendime yeni bir hayat kuramazdim. istasyon disindaki dunya ile iliskilerimiz de gittikce kendiliginden azaliyordu. gazetelerin pahalanmasi ve artik trenden baska araclarla tasinmasi yuzunden once guncel olaylarla ilisigimizi kestik. sonra yeni demiryolu hatti acildi ve ekspres haftada bir gun ugramaya basladi. bu benim de isime geliyordu. artik bir cirpida biten ve beni telasla pesinden kosturan kisa hikayeler yazmak istemiyordum.

    butun gun odamdan cikmadan yaziyordum. yalniz bitisikteki kunduracinin gurultusu aklimi karistiriyordu. cunku artik genc yahudi yoktu; bir sure once olmustu. aslinda ben yanima genc kadinin tasinmasini istiyordum. ne var ki istasyon sefi, ben daha bu isteigimi belirtmeye firsat bile bulamadan bir gun -bir sure once- kunduraciyla gorundu. adam da hemen yerlesti. bu dag basinda onun da isi bizimkinden iyi sayilmazdi. kunduraciya genc kadinin kulubesine gecmesini teklif etmeyi dusunuyordum. bu dusuncem de sanirim cok uzun surmustu. cunku bir gun onun kulubesine gittigim zaman, yani ona bu teklifimi bildirmek icin.. neyse biraz aklim karisti. fakat soyle olmustu: yani genc kadin bir sure once gitmisti. evet kulubesi bostu. benim uzun hikayelerimden birini yeni bitirdigim ve uyuyakaldigim bir gece, trene binip gitmisti.

    o gunlerde kafam daha da karisikti. bu uzun hikayelerim nedense hic satmiyordu. ben de haftada bir satis yaptigim icin galiba biraz fazla istiyordum. hikayelerin de acik ve secik oldugu soylenemezdi. gunlerimi yari ac yari tok geciriyordum. bir gun -yani bir sure sonra- bir yolcu daha once -bir sure once- kendisine satmis oldugum hikaye hakkinda agir elestirilerde bulundu. sayfa numaralari da karisikti. ben de ona bir haftadir ac oldugumu soyledim. hayir soylemedim. bunu baska bir yolcuya -bir sure sonra- soyledim. bir sure onceki yolcuya her seyi bilerek yaptigimi anlatmaya calistim. bircok seyi unutuyordum.fakat elestiriler konusunda hassastim. boyle zamanlarda, bir de cok endiselendigim zamanlarda eski canliligimi buluyordum. sonra kaybediyordum -bir sure sonra.

    istasyon sefi beni atacagini, artik bir ise yaramadigimi soyledigi zamanlar endiseleniyordum mesela. oysa, pek alici bulamamakla birlikte, daha iyi hikayeler yazdigimi saniyordum. kundura tamircisi de dunyada olup bitenler hakkinda bir seyler anlatiyordu. bunlarin neler oldugunu simdi tam olarak hatirladigimi sanmiyorum. fakat karisik ve akil erdiremedigim bir dunyayi anlatiyordu tamirci. ona okumaga calistigim hikayelerimi de dinlemiyordu. oysa ben onlarin gittikce ifade edilmesi guc bir acidan gittikce daha buyuk deger tasidigini seziyordum. bunu tamirciye anlatamiyordum. cunku gitmisti, beni yalniz birakmisti. son konusmamizdan sonra -bir sure sonra tabii- istasyondan ayrilmisti.

    bu, son yazdigim hikayelerden biri. bunun gibi daha bircok hikaye birikti. hikayelerimin hepsi kafamda. hepsini cok iyi hatirliyorum. henuz hhepsini yazmis olmayabilir. simdi bazi geceler, eski aliskanligimla, gece yarisi uyaniyor ve bu yeni hikayelerimi sepetime -ya da genc kadinin sepetine, ya da simdi olmus bulunan genc yahudinin sepetine- ozenle yerlestiriyorum, demiryoluna cikiyorum. artik tren gecmiyor buradan. son gunlerde istasyon sefini nedense ortalarda goremiyorum. izinli oldugunu saniyorum -cunku yillardir hic tatil yapmamisti. onun elbiseleri de simdi benim uzerimde. giderken yerine beni birakmis olmali. trenler de nedense ugramiyor. neyse, bunlar onemsiz ayrintilar.

    korkuyorum, cunku buradan gitmek istiyorum. bakkal daha veresiyeyi kesmedi. fakat bu durum artik bir sure daha bile suremez. bakklandan utandigim icin soramadim, bir zamanlar -bir sure once- ayni cekingenlik yuzunden kundura tamircisine de soramamistim: bir mektup yazmak istiyordum, ama adres bilmiyordum. yani hicbir adres bilmiyordum.

    bana inanmazlardi, bunun icin utaniyordum. bana herhangi bir adres soyler misiniz? diyemezdim. oysa herhangi bir adres yeterliydi benim icin. bir zorluk daha vardi o zamanlar. simdi de var -yani bir sure gectigi halde- kendi adresimi de bu mektupta yazmak sorunu beni dusunduruyor. bu hikayemi, ekspres ya da posta treni artik -belki de sadece belirli bir sure icin- gecmedigi halde, bir yolunu bularak okuyucularima -artik musterim kalmadi- iletebilsem bile, nerede bulundugumu nasil anlatacagim? bu sorun da beni dusunduruyor. ama gene de ona yazmak, hep onun icin yazmak, ona durmadan anlatmak, nerde oldugumu bildirmek istiyorum.

    ben buradayim sevgili okuyucum, sen neredesin acaba?
    (swordofdarkness 02.07.2007 08:15)


Vampircik - 2005 - 2015

sözlük hiçbir kurumla bağlantılı olmayan birkaç kişi tarafından düşünülmüş bağımsız bir platformdur. sözlük içerisindeki yazıların tüm sorumluluğu yazarlarına aiittir. sözlük bu yazıların doğru olduğu hakkında bir teminat vermez. yazılan yazıların telifi bize ait değildir, çalınız çırpınız ama kaynak gösteriniz.

sözlük sistemi ile geliştirilmiştir.